Görsel Sanatlarda İlim ve İrfan Kaynakları

Görsel Sanatlarda İlim ve İrfan Kaynakları

Daha önce en çok kullandığım Internet uygulamalarını yazmıştım, bu kısa ama öz yazıda bilgi dağarcığımız geliştirmek amaçlı kullandığımız web sitelerinden bahseceğim. Dil bilmek hatta İngilizce bilmek de artık görsel sanatlar için şart oldu. Türkçe kaynak o kadar az ki bunun bir sebebi de Türkiye'de iyi işler yapılıyor ama yapanlar genellikle bunu nasıl yaptığını anlatmıyorlar. Bunun çeşitli sebepleri olabilir, zaman ayırmayı gerekli görmemekten tutun da Türkçe içeriğin izleyici sayısının da sınırlı kalacağını düşünülmesine kadar pek çok sebep olabilir. Ayrıca bir çok meslek gibi görsel sanatlar da teknoloji ile iç içe hale geldi, yazılım işin bir parçası teknolojinin olduğu yerde de İngilizce'nin hakimiyeti var. Zira bahsedeceğim sitelerin çoğunun sahibi en azından fotoğraf ve yaratıcı çevrelerde bir yıldız (celebrity) olmuş durumdalar.

Gidenlerin arkasından ağlamadan önce...

Gidenlerin arkasından ağlamadan önce...

Bugün Facebook'da ki grubumuz PhotoBox'da bir yardım çağrısı görünce daha detaylı bir şeyler yazayım dedim. Fotoğrafçı açısından kaybı herhalde tahammülü en zor durum çekilen fotoğrafların ve daha da önemlisi günler harcanarak yapılan rötuşların bir sabah bilgisayarınızı açtığınızda uzayın boşluğuna kaybolduğunu fark etmektir. Sanırım bir çok fotoğrafçının da kabusu çökmüş bir sabit disk ile karşılaşmaktır. Doğrusunu söylemek gerekirse bir çok kişinin karşılaştığı durumla bir defa karşılaştım. Yedeklerim sayesinde kaybım büyük olmadı.

Bugünkü yazıda kullandığım yedekleme sistemini parça parça anlatmaya çalışacağım. Öncelikle olası felaket senaryolarını listeleyelim:

  • Sabit diskte veya SSD'de mekanik veya elektriksel arıza
  • Hırsızlık
  • Yangın

Fotoğraftan sanat olur mu?

Fotoğraftan sanat olur mu?

Bu soru çok uzun zamandan beri süregelen bir tartışma. Hatta Türkiye'de işin piri kabul edilen Ara Güler'de sanat olmadığını iddia edenlerden, bununla beraber fotoğraflarını da sürekli sergi ve diğer amaçlar ile satan bir "fotoğrafçı" kendisi. Sanat konusunda üniversitede ders dahi almışlığım yok, bu amaçla fotoğraf da çekmiyorum. Yine de zaman zaman çıkan tartışmalardan etkilenmiyor değilim. Bu sebeple burada yazdıklarım bu işin uzmanı olan birinin değil, sadece bu konu ile az çok ilgilenen birin görüşleri olacaktır.

JPG, PNG, TIFF ve Diğer Renkli Meseleler

Eskiden cep telefonunun olmadığını bile hayal edemezken Facebook, Flicker ve diğer sitelerin olmadığı zamanları da düşünmek hayli zor. Sürekli fotoğraf paylaşıp duruyoruz, "like"lar ile besleniyoruz ve doğrusu artık kendi sitelerimize trafiği sosyal siteler üzerinden çekebiliyoruz. Bu sebeple bugünkü konu renk profilleri, fotoğraf formatları üzerine olacak zira bu konular özellikle cep telefonu dışında fotoğraf çeken kişileri etkileyen mevzular.  Bu konularda derya deniz yazıyı yabancı sitelerde bulabilirsiniz o yüzden benim yazım onlara ek bir şey sunmayacak, tek avantajı Türkçe olması. 

İlk konumuz renk profilleri. Tam olarak nerede fark ettim hatırlamıyorum ama sanırım kendi web sitemdi (o zamanlar kişisel web sitem www.35milimetre.com'u direkt HTML yazarak oluşturuyordum) yüklediğim fotoğrafları Internet tarayıcımda görüntülediğimde renkler soluk ve garip çıkıyordu. Olayı çözmek için bayağı zaman harcadım, sorun Photoshop dışında hiçbir programın sRGB dışında renk gamutunu gösterememesiydi. Yani ben Photoshop'da jpg dosyalarını Adobe RGB gibi daha fazla renk içeren bir gamutta işleyip kaydediyordum ama tarayıcılar bunu gösteremediğinden abuk subuk renkler ile gösteriyorlardı. Bu arada yakın zamana kadar (bir kaç yıl öncesine kadar) monitörlerde Eizo gibi bir veya iki marka hariç sRGB'nin üstünde ki renkleri gösteremediğini de bu vesile ile öğrenmiş oldum. Yani Adobe RGB'de çalışıyordum ama asıl renkleri de göremiyordum. O zaman için sRGB'de çalışmaya başladım ama iyi monitör aldığımda bu sefer ProPhoto RGB'de kareleri işleyip web'e yükleyeceğim zaman sRGB'ye çevirme metoduna geçtim.  Özetlemek gerekirse şekilde de görüldüğü üzere renk gamutu olarak en kapsamlısı ProPhoto RGB, onun altında Adobe RGB var ve en altta da sRGB var. Internet tarayıcıları sadece sRGB'yi gösteriyor, bir ek bilgi iPhone 6'ya kadar akıllı telefonlar sRGB'yi dahi gösteremiyorlarmış. ProPhoto RGB'yi gösteren ekran ise henüz yok. Peki ben niye ProPhoto'da çalışıp sadece web ortamına yükleyeceğim (Flickr, 500px, Facebook kendi sitelerimiz DiapolisImages.com) fotoğrafları sRGB'ye çevirme ile uğraşıyorum? Bir gün buna uygun cihazlar çıktığında bugün üstünde çalıştığım fotoğraflar soluk gözükmesin diye. Bir yıl önce 4K video çıktığında ütopikti. Sonra ard arda 4K çeken cihazlar çıktı, bunları nerede seyredeceğiz derken son derece pahalı monitör ve TV'ler çıktı. 4-5 sene sonra bu cihazların ve monitörlerin fiyatları bugün standart cihazların fiyatına inmiş olur. Bu öngörü ile de hala ProPhoto RGB'yi kullanıyorum. 

sRGB renk gamutunda kaydedilmiş JPG dosyası

sRGB renk gamutunda kaydedilmiş JPG dosyası

ProPhoto RGB renk gamutunda kaydedilmş JPG dosyası

ProPhoto RGB renk gamutunda kaydedilmş JPG dosyası

Bir sonraki konu ise hangi formatta kaydettiğim. Fotoğrafın aslını 16bit ve ProPhoto RGB'de PSD veya TIFF olarak saklıyorum. Hatta bu yazıyı hazırlarken bu konuda bir test yapmaya karar verdim. PSD olarak işlediğim bir fotoğrafı ilk olarak uzun kenarı 1024 pixel'e küçülttüm. Fotoğrafın boyutu 4,03MB. Aynı fotoğrafı 8 bit yapınca boyutu yarıya düşüyor. 8 bit ile 16bit'i üst üste yerleştirip üst "layer"ı difference yapınca simsiyah bir ekran ile karşılaşıyorsunuz. Yani monitörde 16bit ve 8bit arasında ciddi bir kayıp olmasına rağmen fark yok gibi duruyor. 

TIFF ile %50 kalitede JPG arasındaki fark. Fark o kadar azki tarayıcınızda simsiyah bir ekran görebilirsiniz.

TIFF ile %50 kalitede JPG arasındaki fark. Fark o kadar azki tarayıcınızda simsiyah bir ekran görebilirsiniz.

Bir sonraki aşamada ProPhoto RGB'de SRGB'ye çevirip. JPG olarak kaydettim. Fotoğrafın boyu 738KB'a düştü. Sonuç yine simsiyah bir ekran. Yani ekranda PSD'den JPG'e hem renk gamutu hemde bit derinliği olarak ciddi düşüş olmasına rağmen hiçbir renk farkı gözükmüyor. Durumu biraz abartım medium seviyede kaydedince bu sefer monitörde artık fark edilebilir düzeyde değişim gerçekleşti. Bu arada dosya boyutu ise 143KB'e kadar düşmüş oldu. Fotoğraflarınızı sadece Internet ortamında gösterecekseniz jpg'de %70 kalite fazlası ile yeterli gözüküyor.

Son zamanlarda popüler olmaya başlayan başka bir formatta PNG. PNG'de JPG'de olduğu gibi bir sıkıştırma yapılmıyor. Bu sebeple boyutlar daha fazla kalıyor. JPG formatında 738KB olan fotoğraflar PNG'de 1,31MB. JPG'e göre büyük ama PSD veya TIFF'e göre küçük. Ayrıca PSD ve TIFF fotoğrafları tarayıcılar görüntüleyemezken PNG formatını tarayıcılar görüntüleyebiliyor. PNG'nin bir diğer avantajı da saydamlığı (transperancy) gösterebilmesi.

Bu arada benim yaptığım testlerde fark çıkmaması sizin yapacağınız testlerde çıkmayacak anlamına gelmez. Benim kullandığım fotoğraftaki renkler sRGB dışına hiç taşmamış olabilir.

Son olarak yeni geliştirilen codecler var. Bu Codecler JPG formatından daha iyi görüntü verip daha düşük dosya boyutunda kalabiliyorlar. PNG kalitesinde ama JPG'nin yarı boyutunda gibi. BPG (Better Portal Graphics) bunlardan biri. Bu yeni formatların vaatleri çok ama geçmeleri gereken en önemli nokta PNG'nin yaptığı gibi tarayıcılar tarafından desteklenir hale gelmeleri. Bunun üstüne Photoshop'ın "Save as" komutunun altında desteklenen formatlardan biri haline gelmeleri.

Şimdi gelelim son konumuza sosyal medyaya yüklediğimiz fotoğrafların renkleri ve diğer detayları niye bozuluyor? Bunun asıl sebebi "halk" . Yani fotoğrafla alakası olmayıp sosyal medyaya fotoğraf yükleyen kitle. Mesela facebook'a günde 100 milyon fotoğraf yükleniyormuş. Bunun büyük bir yüzdesi de cep telefonu veya fotoğraf makinesinden çektiği fotoğraf aynen yükleyen kitle. Artık bir cep telefonu dahi 10Mpx seviyelerinde fotoğraflar çektiğinden ve aynen de atıldığından Facebook'un da bir sabit disk fabrikası olmadığından gelen çoğunluğa göre fotoğrafları anında küçültüyor. Çoğunluk (%99) için yüklediği fotoğraf görsel olarak orada olduğundan bunun keskinliği gitmiş ya da renkler de kayma var gibi detaylar fark edilmediğinden mutlu mesut hayatlarına devam ediyorlar. Ama biz fotoğrafçılar mutsuz oluyoruz çünkü yüklediğimiz fotoğraf ekranda öyle gözükmüyor. Bunu atlatmanın tek yolu Facebook'un sistemlerine yüklediğimiz fotoğrafın Facebook tarafından daha küçültülmeye değer görülmemesine bağlı. Tüm sosyal medyada bu kural geçerli. Aşağıdaki tabloda küçültülmeden (sıkıştırma yapılmadan) kabul edilebilir azami boyutları görüyorsunuz. Bu boyutlar pixel ve jpg olarak kaydetmeniz durumunda geçerli boyutlar. 

Ama derseniz ki ben olabilecek en yüksek renk ve detayda kaydetmek istiyorum, bu konuda Fstoppers blogunda detaylı bir yazı çıktı. Bu blogda tavsiye edilen metod hayli karışık. Bir özet vermem gerekirse öncelikle dikey ve yatay fotoğraflar için farklı metodlar önermişler. Dikey için 900x600 boyutunda, PNG24 formatında kaydetmenizi, renk gamutu olarak sRGB Internet standardı seçmenizi önerirken, yatay fotoğraflarda ise uzun kenarı 2048px'e düşürmenizi, JPG formatında %70 kalitede, sRGB Internet standart gamutunda kaydetmenizi öneriyor. Detaylı tarif İngilizce olarak ilgili sayfada mevcut.

Yorum, öneri ve eleştirilerinizi her zamanki gibi aşağıdaki yorumlar kısmına yapabilirsiniz.

2015 Beklentileri

Olympus PEN E-P5

Olympus PEN E-P5

Fotoğrafla ve elektronik dünya ile ilgilenen herkesin kaderidir; çevreden biri yeni bir cihaz alacağı zaman aranırsınız ve görüşünüz alınır. Dün yine böyle bir sebeple arkadaş aradı. Kendisi fotoğrafçı değil ama fotoğraf çekmekten de zevk alıyor, bir DSLR'ı var. Sorusu 6D mi yoksa 7D'mi alsam? Bir Canon kullanıcısı olarak bunu söyleyeceğimi hayal etmezdim ama  "çok istiyorsan 6d'yi al ama ben senin yerinde olsam Sony, Olympus veya Fuji'nin aynasız makinelerinden birini alırdım" dedim. Hatta bende bir tane Olympus Pen E5 var gayet memnunum. Kendim için fotoğraf çektiğim zaman artık yanıma onu alıyorum diye başladım. Aklı karıştı tabii ve ben biraz daha inceleyeyim diyip telefonu kapattı.

Gerçekten ne günlere geldik. Vakti zamanında Canon ve Nikon kavgaları ortalığı götürürdü. Gerçi benim pek umurumda olmazdı, zira benim Canon seçimim vakti zamanında Canon ile başlayıp lens yatırımını o yönde yapmam sebebi ile gerçekleşti. Çok da memnuniyetsizliğim olmadı doğrusu. İhtiyaçlarıma cevap veriyordu hala da gayet iyi makineler ama geçen zaman içinde fiyatı da bayağı şişmeye başladı sırf bu yüzden 5D Mark II'den Mark III'e geçiş yapmadım ve bir sonrakine atlamayı bekliyorum zira bu fiyatlarla parasını çıkarmıyordu. (Bakınız "Kaç Para" isimli yazımıza)

Nokia 3310

Nokia 3310

Son iki yılda Canon ve Nikon çok değişmedi her üründe bir iki özellik ekleyip yollarına devam ettiler, sorun diğerlerinde... Vakti zamanında Ericsson ve Nokia vardı. Genelde kullanıcılarda bu iki markadan biri olurdu. İkisi de bulundukları yerde sonsuza dek kalacağını düşündü ama ortaya çıkan Apple, Samsung ve onların da arkasında LG ve HTC gibi markalar bu iki markayı ezdi geçti. Artık ikisi de yok. Nokia markasını alan Microsoft Nokia markasını kullanmayacağını açıkladı. 

Bu gidişle Canon ve Nikon için de benzer bir yol gözüküyor. İkisi de zarar açıkladı. Zaten akıllı cep telefonları pazarı Ixus gibi point & shoot makina pazarını tamamen yok etti. 2015 bu iki marka için kader yılı olacak. Canon'un aynasız orta format cihaz çıkartacağı söylentisi 2014'de boş çıktı. Nikon'u çok takip etmiyorum ama ondan da bu sene vayy dedirtecek bir şey çıkmadı. Buna karşın bakalım 2014'de cihaz dünyasında neler oldu?

Sony A7

Sony A7

Sony 7 serisinde bir dizi 35mm (full frame) cihaz çıkarttı. Her cihazın özelliği farklı, 35mm aynasız seçeneğinde tek tercih Sony. Lens seçeneği olarak Canon gibi hem ucuz de kaliteli ama pahalı ürünler mevcut. Kaliteli lensler optiğin lideri Carl Zeiss ürünü. Bu fiyatlarla Canon'dan iyi ve ABD fiyatı ile Türkiye fiyatı arasında çok büyük fark yok. Canon'da bu fark dehşet ölçüde fazla, Canon Türkiye pazarını yıllardır bu şekilde sömürüyor. Ayrıca Sony 7 serisi boyut ve ağırlık olarak tüm aynasızlarda olduğu gibi düşük. Sony muhtemelen 7 serisinde devam edecektir. Gökhan ile beraber bu cihazı test etme yönünde planlarımız da var. Bunun üstüne 2015'de büyük bir haber beklemiyorum.

Panasonic GH4 mirorles micro 3/4 (sensör boyu full frame'den (35mm) oldukça düşük) ile aynasız micro 3/4 pazarını 4K video çekim yapan cihazla salladı. Özellikleri müthiş ama videoya henüz girememiş bir kişi olarak beni çok etkilemedi ama düğün çekiyorum, videoda işimin parçası diyenler bakabilir. Panasonic'de 4K çeken makina var Canon 7D çıkardı daha bu ay ve yok.

Fuji x100s

Fuji x100s

Fuji ve Olympus'un sonu Kodak gibi olmadı ve iki firmada küllerinden yeniden doğdu. İki firmada micro 3/4 standardında ilerliyor ve çıkardıkları cihazlar retro görünümünde son derece şık, hafif ve bir ton özellik içeriyorlar. Hepsi akıllı telefonuza bağlanabiliyor, çektikleri fotoğrafları gönderebiliyor, işleyebiliyorsunuz, geo tagging yapabiliyorsunuz. Cep telefonu ekranından görüntüye bakıp çekebiliyorsunuz. Son tatilimde eşimle beraber selfi'yi bu şekilde yaptık... İsterseniz bastıktan sonra timer yapıp cep telefonunuzu çekerken cebinize bile kaldırabilirsiniz. Sarsıntı önleyici sistemleri son derece gelişmiş, Elde Canon ile çektiğim video ile Olympus videoları arasında ciddi fark var. Olympus videolarını sanki dolly ile çekmişim gibi duruyor.

Olympus Pen E-P5 ile akıllı telefonunuzu da kullanarak selfie çekilebiliyor. Güzel tarafı selfie olduğu bile belli değil.

Olympus Pen E-P5 ile akıllı telefonunuzu da kullanarak selfie çekilebiliyor. Güzel tarafı selfie olduğu bile belli değil.

Pentax ise Fuji, Olympus, Sony aynasız 35mm ve altındaki sensör boyutlarını ele geçirirken ve Hasselblad ve Phaseone orta formatta lüks araba fiyatına makine satarken orayı da ben doldurayım dedi ve ilk $10K altı DSLR orta formatı çıkardı. Benim beklentim aynasız $5K altı orta format bir makine. İlk aynasız duyurusu Hasselblad ile pazarı paylaşan PhaseOne'dan geldi. O da fiyatı aşağı çekmeye yanaşmıyor, hala pahalı. 2015 için ümidimi hala koruyorum. Pentax belki bombayı patlatır ama 2014'de yeni orta format DSLR çıkarmışken ondan zor. 

Yazılım tarafında Adobe aldı yürüdü, CC ile iyice yerini sağlamlaştırdı. Meydan okuyacak yakın rakibi dahi yok, Photoshop Google'lamak, gibi standart günlük kelime oldu. RAW işlemde ise Lightroom'a rakip Capture One'ı görüyorum ama kullanımı biraz daha karışık yine de çok iyi bir ürün. Bu arada Capture One , Pha'ı stüdyomuzda anlatırız.

Işıkta favorim Profoto. İsveç'liler kaliteli ve pahalı ürünlerde iyiler doğrusu. Deneme imkanım olmadı ama B1 gerçekten çok güzel ve kaliteli bir ürün yalnız stüdyoda dahi pille kullanılması saçma olmuş, üstüne bir priz soketi koymak bu kadar mı zor olur? 

Son olarak bilgisayar. Normalde yazılacak konu değil ama Apple Store'a gidip 5K'lık Apple İMac'i görünce insan eriyor. Yalnız 7,300TL'lik fiyat bitirici bir fiyat. iPhone, iPad ve MacBook Pro derken o kadar Apple ürünlerine alıştım ki cihaz yenilerken başka da bir alternatif düşünemiyorum. 2015'den beklentim bu aletin fiyatının düşmesi.

Sizlerin beklentileri neler? Yorumlarınızı ve düşüncelerinizi aşağıya bekleriz. 

Kaç para?

Her işte olduğu gibi fotoğraf işlerinde de en kritik konu fiyatlama. Öncelikle fiyatlama konusunda bir uzman olduğumu iddia etmeyeceğim bununla beraber fotoğraf sektörü dışında satış konusunda 18 senelik tecrübeme ve dayanarak bir iki yorumum olacak.

para.jpg

Forumlarda ve Facebook'da en çok tartışma getiren konulardan biri fiyatlama, ana konu da çok düşük verilen fiyatlar ile piyasanın öldürülmnesi. 300 TL'ye fotoğraf çeken kişinin bunu harçlık olara yaptığı ve ev geçindirme derdi olmadığı son derece açık. Bu kişilerin muhtemelen kayıtlı bir işi de yok zira aldığı bu ücret muhasebecinin aylık ücretini dahi karşılamaz.

Fiyat nedir? 

İktisat mezunu ve MBA sahibi bir fotoğrafçı olarak bir miktar bilmişlik yapayım; fiyat sizin bir işi yapmak için harcadığınız emek, zaman vb için biçtiğiniz değerdir.  Müşteri tarafı için ise bu işi yaptırmak için harcamayı öngördüğü bedeldir.  Müşteri tarafının işi aslında daha kolaydır, alacağı faydayı ve getiriyi az çok biliyordur, bu sebeple bir fiyat oluşturması daha kolaydır. Tabii bu konuda bilgili kurumlar için geçerli. Düğün fotoğraflarında genellikle ilk defa böyle bir durumla karşılaşıldığından çoğunlukla çiftler teklif aldıkça piyasa hakkında bilgi sahibi olurlar.Tüzel kişilerle anlamanın da farklı zorlukları var, kar etme amacı ile kurulmuş işletmeler karı arttırmak için kurulmuş birimler (örn. satın alma) son kuruşa kadar pazarlık edeceklerdir. 

Fiyat nasıl belirlenir?

Birinci etken piyasa. Piyasa ortalama fiyatı diyelim ki 10 birim. Çok bilinen ve sektörde yer etmiş biri ise 30 birimden satış yapıyor, buna ek olarak da 6-7 birimden satış yapıp sürümden kazanmaya çalışanlar da mevcut. Son derece yetenekli dahi olsanız 30 birim hatta 25 birim fiyattan satış yapmanız zor zira bu fiyata bilinen bir markayı almak varken kimse bu bedellere maceraya atılmak istemez. Zaten 30 birim ekstrem bir durumdur (çan eğrisi) ve belki bir gün o noktalara gelirsiniz ama birinci günden şampiyon olmanız mümkün değil, herkesin yürüğdüğü yoldan bizler de yürüyeceğiz.  Çan eğrisinin diğer ucu da bir diğer alternatif, burada iş bulmanız garanti ama kazandığınız, harcadığınız zamana değecek mi? Maliyetlerinizi kurtarıyor mu? Maliyetleriniz nedir? 

Maliyetler

Batık maliyetler (Sunk Costs): Bunlar dönüşü olmayan maliyetlerdir. Mesela e-posta adresiniz için aldığınız alan adı veya e-posta sunucunuz için ödediğiniz para. Adobe'a ödediğiniz aylık veya yıllık Creative Cloud ücreti. Kısaca bu işi bırakmaya karar verip de geri alamayacağınız tüm maliyetler batık maliyetlerdir. Stüdyonuz kira ise o da bu maliyet kategorisindedir. Operasyonel maliyetlerin (OPEX) hepsi bu kategoriye girer.

Bunun dışında sermaye olarak yaptığınız harcamalar (CAPEX) vardır. Bunlar sonuçta elinizde bir hak veya maddi bir değer kaldığından işi kapatsanız dahi sattığınızda elinizde hala bir değer kalır, fotoğraf makinanız, ışık sisteminiz, lisanslı yazılımızi satın aldığınız araç veya stüdyo (vayyy) vb gibi. Yalnız bunlarında bir amortisman durumu mevcut yani aldığınız Canon 5D Mark III'ü kaç sene kullanacaksınız? Ben diyeyim dört siz diyin yedi. O süre geldiğinde ya makina dağılacak ya da o kadar demode kalacak ki rakiplerinizin ürettiği sonuçlarla farklar oluşmaya başlayacak. 

Bu maliyetlerin üstüne kendi yaşantınızı da ekleyin. Kısaca yemeğinizden ev kiranıza, sinemanıza, elektrik, su apartman aidatınıza, kiranıza vb bir çok maliyetiniz var. Bir yerlerde maaşlı çalışıyor olsaydınız yukarıda anlattığım OPEX ve CAPEX'i düşünmeden bir miktar geliriniz olacaktı. Belki de o gelir hayli iyi olacaktı ama siz bağımsız olmayı tercih ettiniz zira benim durum da bu ve hala çevreye bu durumu açıklamakla uğraşıyorum. Bu sebeple fırsat maliyeti (opportunity cost) kısmını atlıyorum. Karar vermişiz artrık paralel evrende kendimizin başka kopyaları farklı işlerden kazandığı paralar bizim çenemizi yormasın.

kagit para.jpg

İşte yukarıda bahsettiğim maliyetleri kapsayacak gelir sizin baz fiyatınızı belirler. Burada tüm bu maliyetleri toplayıp aylık olarak yapmayı hedeflediğiniz "proje" sayısını çıkartıp böldüğünüz de proje bazında dip fiyatınızı bulursunuz. Dip fiyat dediğim aslında ortalama fiyat. Bir müşteride %10 altına kalıp diğerinde %10 üstünde kalırsanız sorun yok. Ama şunu da unutmayın herkes pazarlığını yapacak ve sonuç olarak verilen fiyat artık sizin "bilinen" fiyatınız olma yolundan ilerleyecek. Beş birim fiyat vererek yarın yirmi birim fiyata iş yapan fotoğrafçı olmanız mümkün değil. Çok iyi ilişkileriniz dahi olsa müşterileriniz hep bütçe yokluğundan yakınacak ve bu seferlik bu iş beşten olsun dediğinizde yedilik sekizlik işler dahi size teklif dahi edilmeyecek. Fiyatlama konusunda stratejinizi belirleyin fiyatınızı pazar koşullarınızı da göz önüne alarak belirleyin, O hedefe nasıl ulaşacağınızı düşünün. İndirim yaptığınızfa bunu faturada belirtin ki müşteri fiyatınızı faturada görsün.

Önceleri düşük fiyat teklif ederek alacağım işler ile iyi bir portföy oluşturulabileceğini düşünüyordum, bu belki de reklam fotoğrafları için geçerli olabilir. Yani düşük fiyatlı projelerden çok iyi işler çıkartıp farklı ajansların kapılarını çalabilirsiniz. Hatta kişisel projeler oluşturup vizyonunuzu ortaya koyabilirsiniz.  Bu her alanda bu şekilde çalışmayabilir mesela düğün çekimlerinde beş birim olarak sattığınız düğün zaten düşük bütçeli olacağından daha üst segmente uygun portföy oluşturmanıza imkan vermeyecek. Sonuçta aradan geçen yıllarda elinizdeki portföy düşük bütçeli düğünlere uygun bir portföy olacak. Bu tarz durumlarda belki de arkadaşlarınızın düğününü kendi sanatsal gözünüzle bedavaya çekmek çok daha mantıklı olacaktır.

Fiyatlamanın teorisi

Fiyatlamada maliyet olduğu kadar bir de algı kısmı var. Kısaca LC Waikiki ve Tommy Hilfiger arasında mutlaka kalite farkı vardır, tasarım farkı da var. Ama bu fark fiyatları kadar mı? Aynı marka giriş seviyesi bir Canon ile 5D MIII kamera arasında ki görüntü farkı 6 kat var mıdır? Uzmanlar olmadığını söylüyor. O zaman niye bu kadar farklı fiyatlardan satılıyorlar? Aslında fiyat sadece maliyet üzerine konan kar marjından ibaret değil. Zaten olağan dışı bir örnek de olsa Louis Vuitton'un satamadığı ürünleri indirimli satmak yerine yakması "değer" algısının fiyatın bir parçası olduğunu gösteriyor.

Yukarıda bahsettiğimiz onca maliyet kaleminizin müşteriniz için değeri yok. Sonuçta onlar harcadıkları paranın karşılığını alıp alamayacaklarını görmek ve bilmek isterler. Sizin bir günde yapacağınız rötuş işini bir başkası iki günde başka biri ise iki saatte yapabilir. Sinema stüdyoları bazen yaptıkları filmlerin bütçesini anlatarak etkilemeye çalışır, bugüne kadar kaç kişi bütçeden etkilendiği için filmi beğenmiştir. Bu sebeple Star Wars ilk çekilen üç bölümü (IV, V ve VI) beğenilirken daha fazla bütçesi olan I, II ve III çok da tutmamıştır. Kısaca fiyat ne olursa olsun müşteri sonucu görmek ister; harcadığı aldığı değeri karşılıyor mu?

Sonuç

Diyelim ki hayat standardınızı tutturmanız için 3,000 TL'ye ihtiyacınız var, Şişli'deki yüksek tavanlı stüdyonuzun kirası Phase One kameranızın ve Profoto amortismanı dahil aylık maliyeti toplam 5.000 TL. O bu derken 10.000 TL'lik gelir yartmanız gerekiyor. Rakibiniz ise aynı hayat standardını aynı miktara sağlarken, kendine elden ayaktan uzak Ümraniye'de ufak bir ofis/stüdyo tutup, düşük maliyetli ekipmanlara yatırım yapıp gerektiğinde stüdyo, flaş ve ekipmanları kiralıyor. Sonuç olarak 5.000 TL aylık gelir yaratması ona kafi geliyor. Müşteri açısından sizin aracınız, ofisiniz Profoto paraflaşlara sahip olmanızın hiçbir önemi yok. Onun için önemli olan teslim edeceğiniz görseller. Ya rakibinizden iki kat daha iyi ve etkileyici işler teslime deceksiniz ya da ondan iki kat daha fazla çalışıp aynı fiyata iş çıkartırken iki kat daha fazla zaman ve emek harcayacaksınız. Bu durumda rakibiniz daha az yorulup daha az endişe yaşayacak zira siz her ay 10.000 TL gelir yaratma stresi ile boğuşurken rakibiniz aya 5.000 TL gelir yaratma stresi ile başlayacak. 

Bu konuda Internet'de pek çok makale, blog ve videocast mevcut. Hemen hepsi İngilizce. Türkçe bir yazı ben bulamadım belki birilari yazmıştır. Bununla beraber İngilizce bilenler için bir kaç makaleyi aşağıda ilginize sunuyorum:

Umarım düşündürecek kadar birşeyler ortaya koymuşumdur. Detaylı yorum ve önerilerinizi bekleriz. Bu konuda yaşadığınız tecrübeler varsa onları da paylaşmanızı rica ederiz.

Baba bana Paraflaş al.....

Baba bana Paraflaş al.....

Facebook'daki fotoğraf grubumuz Photobox'daki bir paylaşımdan hareketle Paraflaş ile ilgili düşüncelerimizi daha derli toplu paylaşmak istedik sizlerle. 

Şu an piyasaya baktığımız zaman Profoto,Boroncolor, Elinchrom, Multıblitz, Paul C Buff, Bowens, Hensel, İmpact, İnterfit, Rimelite vb. birçok ışık markasının olduğunu görebilirsiniz. Bunlardan bazıları Türkiye'de  satılırken bazıları satılmıyor. 

Bu yazıda ışıkların teknik özelliklerinden daha çok ışık yatırımı yaparken nasıl bir strateji ile hareket etmek gerektiğinden bahsetmek istiyoruz aslında. Işıkların teknik özelliklerini  ve karşılaştırmalarını birçok siteden  bulmak mümkün. Bu karşılaştırma ve tanıtım yazılarının hep bir sponsorluk ve iş anlaşmaları çerçevesinde yapıldığını ve birer tanıtım aksiyonu olduğunu unutmamak gerekiyor tabi :) Neticede kimse yoğurdum ekşi demiyor.

Bir Internet Rüyası

Bir Internet Rüyası

Artık fotoğrafçı demek biraz da Internet bağımlısı demek. Bağımlılıktan çok gereklilik halini aldı. 3 hafta boyunca evde kısmi Internet kesintisini yaşayınca durumun vehametini anladım. USB memory'ler bir anda tekrar önem kazandı zira dışarıdaki Internet kaynaklarını sömürmeye ve evde yapamadığım indirmeleri dışarıda yapıp eve taşımaya başladım.